29 Kasım 2009 Pazar

Hâla...

ulan hâla mı? kaç yıl oldu, kaç gözyaşı, kaç veda oldu. hâla mı ulan? hâla mı bitmez şu ağzına sıçtığımın duygusu. hani insan maymun iştahlıydı. hani aşkın ömrü 3-5 seneydi. hatırlamıyorum artık ne zaman başladığını. kendimi bildim bileli be. kendimi bildirdin bileli. kıçımdan sallayacağım herhangi bir abartılı rakamın bile yetemeyeceği kadar vazgeçtim. bir o kadar da geri döndüm gene. hiçbir gene anlatamayacak benim hikayemi, hiçbir asla ve de. asla 'nın da gene'nin de anlamını bitirdik birlikte. birlikte? ne zaman geçti bizim lügatımızda birlikte? bir kere birlikte yola çıkmış bir kere de birlikte bir yoldan vazgeçmiştik sadece işte. sayılır mı? senle istediğim “birlikte” bu muydu? bu muydu ulan istediğim hayat? bana sorsalar hiç kabul eder miydim bunu seni görmeden önce. önce. görmeden seni. var mı böyle bir şey geçekten? ne zaman görmedim seni, ne zaman duymadım? bir önce yok bizim bu işte. bizim? benim diyecektim, pardon. bazen karıştırıyorum. bazen kafam yanlış çalışıyor, bir acayip, sanki senin de benimle birlikte (birlikte?) hissettiğini kuruyor, bazen kafam kuruyor da kuruyor. bu yüzden yine geldim buraya galiba. her seferinde, her allahın belası seferde tamam bu son, diyeceğimi dedim, içimdekileri boşalttım, kalmadı ona dair söylenecek desem de yine burada yine saçma sapan cümlelerle kendi felaketimi boşaltmaya, kendimi durdurmaya sakin kalmaya çalışıyorum. sakin kalmak. sen yokken. nasıl olacak? seni görmeden evvel, yani bir evvelimiz, pardon bir evvelim olsaydı seninle, senden öte, emin ol ben. emin ol sen.
hayat daha mı kolay olurdu diyeceğim? yoksa "bunlar gelmezdi başımıza" mı? hayatı kolaylaştıran mı gülüşün, zorlaştıran mı? bak işte yine geldik mevzunun özüne.
o allahın belası gülüşünden bahsetmesem olmaz dimi her seferinde. yeter ulan.
yeter? yetmez ki. merak etme, canım sadece “yeter ulan” yazmak istedi, hiç bir şeye yeter çekmiş değilim. sana yetecek bir yeterim yok henüz. bu gidişle olur mu? bilmem. hayat bu. her şey olur. hayatta her gün milyon tane iğrençlik, binbir bela oluyor anasını satiyim. hayatımda bir günde bin tane şey evrilip duruyo. sen hariç. sen hariç? hayır yalan bu. seninle ilgili de çok şey değişti bilesin. bilmezsin ya, bilebilsen ne güzel olurdu, bilesin.. seninle ilgili yine kimseye tek laf tek kelime etmedim, bu değişmedi. “zaten kime edecektin?” sen de haklısın. kime edeceğim. sana mı. sana etsem dinler misin, sana etsem ne değişir. beni sever misin, beni?bir gün?

neyse bırak bunu. değişimden bahsediyordum. değişti evet. bir sürü şey. dünyam değişiyor, okuduğum kitaplar, yediğim içtiğim zıkkımlar, bindiğim otobüsler, konakladığım yerler, ziyaret yerlerim evrilip duruyor. sen de değişiyorsun bu arada pek tabii. dün makarnamı yerken düşünürken bugün çorbamı içerken düşünüyorum mesela seni. dün bebek yolunda seni özlerken, bugün istiklal caddesinde arıyorum ellerini. ellerini. ellerinin tanıdık beyaz inceliğini. amma ince amma beyaz amma güzel ellerin var be. bu kadar güzel olmanın da benim bu halimde bir etkisi var kabul et. öyle olmasaydın belki alelade bir arkadaşım olacaktın, yıllardan beri bu eziyeti ben belki çok daha kısa kısa, çok daha kopuk kopuk bir sürü insana bir sürü değişik tonlamalarda duyacaktım. ama böylesi çok daha fena. insan bunca yıldır tek bir insan eli yüzünden uyuyamayınca, geceleri gözünü kapadığı yüzü sabah göremeyeceği acısıyla uyanmaktan yılınca bu biraz ağır kaçıyor doğrusu. ağır geliyor. kim ki ulan bu diyor.
cevabında "o benim hayatım" deyip sorusuna da esaslı küfürler ediyor. ama cevabı veren de soruyu soran da aynı kişi oluyor, ne tuhaf.
o benim hayatım. acayip ağır bir kelime biliyor musun. kurması zor. kuranın parmakları geri geri gidiyor mesela. diyorsun, “oha yapma bu kadar. kabul etme bunu. bu kadar da düşme.”
ama öyle. öyle. napacaksın? hayatın olmasa o adamı o kadını her çıkarmak istediğinde içinden, niye niçin nasıl ne hakla çıkaramayacaksın? başka seçeneğin var mı?
biz bu ağrıya bedavadan kavuşmadık ki şimdi onu bir anlık kibirle atıp kurtulalım? ağır bedeller ödenerek ulaşılan ağrılarımız var. ağrılarımıza öyle boş bulduğumuz koltuk gibi oturmadık, aslında o ağrıyı istemedik bile, ağrıyı seçmedik, ağrı bizi seçti, ağrı bizden vazgeçmedi. biz belki ağrıyı sevmedik bile. zamanla alıştık sadece, ve bir gün dönüp baktığımızda kolumuz mu bacağımız mı olduğunu ayırt edemeyecek kadar biz oldu sonra ağrı. senden ben oldu..
senin bildiğini ben bu yüzden biliyorum işte. biliyorsun sende, yoksa hiç söylemedim, kendime bile birkaç kez itiraf edebildim, başka kimsenin kulağında sırrımı berbat etmedim. senin bile. ama sen zaten biliyordun dimi. bilmezlikten gelme. bu yüzden, tek bu yüzden kızabilirim sana herhalde. sen zaten biliyorsun. ağrımın boyutu belki seni bile aştı, ondan ses etmiyorsun.
ama beni de aştı o ağrı be. taşıyamıyorum. ve seninle ilgili vazgeçişlerimin sonuna hep bir ama takıp duruyorum galiba. hep amaların cümleleri kazanıyor, vazgeçişler hep "yine mi?" suçlamalarıyla bakıyorlar yüzüme. bu ne kadar yorucu, nasıl kırıcı bilemezsin. nasıl bitiriyor adamı. kendine olan bütün…(kendine?) “kendin kaldın mı da kendine diyorsun.” diyeceksin. haklısın. kendim kalmadı elimde. hep sen varsın, ben değil. başka bir allahın belası şehirde olan sensin fakat ben kendimi yokmuş gibi hissediyorum bu şehirde. bir hayaletim oradan oraya gezip duran, yeri yurdu olmayan, kimsesi olmayan, bedeni falan çoktan yanmış bitmiş, canı sende duran. bir hayalet gibiyim yıllardır.

bıktım diyeceğim sanıyorsun dimi. ben de öyle sanıyordum. hatta ona niyetlenerek yazdım o bıktım'ı. ama demeyeceğim.
neyse, ne diyordum? ahmağım ben diyordum. evet ahmak. büyük bir ahmak ama, hafifletmek için kelimelere döküp paraladığı o ağrısının içinde bıkmak kelimesinin geçebileceğini sanacak kadar değil çok şükür.

sana hala. seni hala. bıkmadan sana hala. ama'ları tüketerek seni hala. kederi iliklerimde hissederek, toprağı iliklerimde isteyerek. ama ikisinden de çok istediğim tek şeysin hala. ne mutlu ki bana.

19 Kasım 2009 Perşembe

İpini Koparmış İtler

Bundan yaklaşık 6-7 sene önceydi sanırım. Çok hayal meyal hatırladığım için bu lafı nerede duyduğumu söyleyemiyorum. O zamanlar çok beğenerek dinlediğim yazılarını ağzım açık okuduğum Hıncal Uluç (benim yaş 17-18 tabi:) ; "Üç büyük takımımızın basketbolda bulunduğu durumlara bakın! Bu takımlar basketbola kaynak ayırsa, Türk basketbol liginde kalite artsa, salonlar basketbolseverlerle dolsa." minvalinde bir fikir getirmişti ortaya.Aklı başında her basketbol sever gibi bende kendi kendime "Neden olmasın? Olsa ne güzel olur." demiştim. 

Aradan geçen yıllar içinde bu oldu. Büyük takımlarımız dev sponsorluk anlaşmaları ile güçlü kadrolar kurdular. Büyük reakabetin içine girip basketbol ligini Efes-Ülker ligi olmaktan çıkardılar. Ama bugun sahalarda olanları gören her basketbolsever üç büyüklerin basketbola önem vermeye karar verdiği o güne lanet ediyolardır.

Bu fikri çok objektif bir şekilde ne kadar değerlendirebilirim bilmiyorum. Ama basketbol seyircisi futbol seyircisi gibi değildir. Kaybettiği zaman hazmedebilir basketbol seyircisi, karşı tarafın elini sıkıp kutlayabilir. Basketbol seyircisine zevk veren ilk şey kimin kazandığı değildir. Basketbol seyircisi güzel oyun istediği için basketbolu izler. Kendi takımının kazanması sadece olayı daha güzel kılar. Herşeyden önce basketbol seyircisi holigan değildir!

Holiganizm bir kanser gibidir. Bir tribünde yer alan ve bu felsefeyi kendi hayatı haline getirmiş 3 kişi bile o tribünü inanılmaz olaylara imza atacak bir kitleye dönüştürülebilir. Tıpkı kanser gibi iş ilerledikten sonra bunun önünü almanın yolu yoktur. Futbol sahalarında bunun yok etmenin bir yolu olmadığı için kanser kontrol altına alınmaya çalışılır. Tel örgüler altında verebileckleri zararlar minimuma indirgenir, giriş çıkışlar sıkı kontrol altındadır vs vs... 

Sözde üç büyüklerin basketbol ligine tekrar önem verdiği o günden beri (ki o güne tekrar lanet olsun) futbol seyircileri, ipini koparmış itler gibi basketbol salonlarına doluştular.  Sorsan rebound nedir, steps nedir, alan savunmasında ne yapılır bilmeyen herifler, sadece bağırarak takımlarını destekleyeceklerini sanan aciz insanlar gelmeye başladı maçlara. Lütfen burdan basketbol bilmeyen bu oyunu izlemesin anlamı çıkmasın. Söylemeye çalıştığım bu insanların basketboldan bi haber olmalarının yanında oyundan zerre zevk alamadıklarıdır. Başka bir tabir kullanmayı çok isterdim ama "ipini koarmış itler" den daha iyi bişey bulamıyorum maalesef. 

Gerek geçen sene Efes Pilsen-Fenerbahçe serisinde olanlar, gerek Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaşananlar.... Bir basketbol sever olarak içimi parçalıyor. Yemin ederim umurumda olan ne Türk basketbolu, ne yurtdışında ülkemizin imajı.    

Boston Celtics'in efsane koçu ve genel menerjeri Red Auerbach sayfalarca kitap yazılabilecek bu spor için çok güzel bir tanım kullanmıştı.... 

"Güzel Oyun"

Bu ipini koparmış it sürülerinin bu oyunda yeri yok....

Holiganizm basketboldan defol!!!!